Pandemi, Süperego ve Sorumluluk

Covid 19 salgını insanlığı bilinmeyen tehlike ve tekinsizlikle başetmek bakımından yeni sınavlarla karşı karşıya bıraktı. Bunların karşısında toplumsal tepkilerin ne denli önemli olduğu su götürmez bir gerçek- sosyal mesafe uygulamaları, yaşlıların ekstra özen ve dikkatle korunmasını sağlamak, toplumların yardım ve dayanışma içinde tedavi ve idameyi sürdürmesi gibi.  Salgınla ilgili pek çok şeyi süreç içinde anlayıp kavramaya çalıştık, bundan sonra normalleşme denilen sürecin içinde de pek çok yeni durumla karşı karşıya kalıp hem toplumsal, hem de bireysel sorumlulukları gözden geçirmek durumundayız.

1923’de Freud “Ego ve Grup Psikolojisi” yazısında grupların oluşumunda temel olan özdeşimi tanımlarken bir başka insanla kurulan en erken ve en ilkel sevgi bağı olarak bahsetti. Böyle özdeşimler sayesinde kişiler sevilen ve özeşleşilen bir liderin önderliğinde aralarında sevgi bağları ile yakınlaşarak grup oluşturuyordu. Egonun bir bölümü sürdürdüğü bu özdeşimler sayesinde Ego İdealini inşa ediyor ve aynı grubun içindeki bireyler Ego İdeallerini aynı özdeşimleri paylaşarak birleşiyordu.

Freud grup üyelerinin bireysel menfaatlerinden grubun ortak menfaatleri uğruna  vazgeçebildiğini de farketti. Narsisizmden vazgeçişi de grup üyelerinin arasındaki libidinal (sevgi) bağlarına dayandırdı. Çoğunluğun iyiliği uğruna bireysel menfatlerden vazgeçilmesi Freud için medeniyetin yapı taşıydı. “Sevgi hem birey, hem de toplum için medenileşme faktörü olarak bencilliği özgeciliğe dönüştürebilirdi.”

Salgının pek çok aşamasında  bizler de toplumun üyeleri olarak “medenileşmek” adına bu sevgi ve saygı bağlarına dayanarak kimi narsistik doyumlardan vazgeçmeyi düşünebildik. Toplu olarak dışarıda bulunmaktan, eğlenmekten tutun da konser, sinema, tiyatro gibi toplu sosyal etkinliklere varana dek ihtiyaç duyduğumuz pek çok kültürel ve geleneksel edinimlerden mahrum kalmanın mümkün olduğunu deneyimledik. Sevgi ve saygıyla sıkı sıkıya bağlı olduğumuz yaşlılar, anne babalar, aileler, hastalığa daha yatkın kişileri de bu dayanışmanın içinde koruyabilmek için, benzer vazgeçişleri az çok göze alabildik. Sağlıkçılarla bir dayanışma içinde olabilmek için kimi sağlık ihtiyaçlarını erteledik ve/veya destek sağlayacak kimi yardımlaşma gruplarını tasarlayıp hayata geçirebildik. Sevgi bağları ve paylaşılan Ego idealleri birlikte hareket etmemize yardımcı oldu, kimi noktalarda olmaya da devam ediyor.

Freud’a göre, yukarıda tarif edilen Ego İdeali içsel bir yapı olarak grup üyeleri tarafından paylaşılınca birleştirici rol oynuyordu. Paylaşılan “ideal” grup ideali haline geliyor ve benzer özdeşimlerle ortaya çıkan ortak “idealler havuzu” oluşuyordu. Parçası olduğumuz grupların içinde bu ortak “idealler havuzu” içinde pek çok şey paylaşılabilır: etnik kimlik, aidiyet duygusu, dil ,din, kültür, gelenek vb. (Volkan, 1993).  Bion’a göre  aslında gruplar kişilerin kendilerine ait birçok meseleyi hem paylaşabileceği hem de yansıtabileceği yerlerdir . Ego idealinin ( ve Süperego’nun da) en önemli parçalarından biri olan vicdani sorumluluk duygusu da gruba yansıtılabilir. Bunun olumlu tarafında kişisel intikamlar, kanlı vendetalar yerine adalet sistemi, hukuk , yerel ve merkezi yönetimler gibi grubun oluşturduğu mecraların adaleti sağlamasını sayabiliriz. Olumsuz kimi sonuçları ise ihtiyaç olduğunda bireylerin kişisel sorumluluğu üstlenmekten kaçınması ve bunu tamamen gruba yansıtmasıyla ortaya çıkar.

Kovid 19 salgını süresince ve şimdi de normalleşme sürecinde birbirimizi korumak için grup olarak yaptıklarımızın ötesinde kişisel sorumluluklarımızı üstlenemediğimiz zaman elimizde kalan tek çare grubun oluşturduğu adalet ve düzen sağlayıcılarından, denetleyicilerden daha fazla ve daha fazla müdahale etmelerini beklemek. Böylece bireylerin üstlenemediği sorumluluklar için bu denetçilerin hem gerekenlerin yerine getirilmesi için disiplini sağlamalarını, hem de gerekli kuralları belirleyip, ihlaller için ceza vermelerini beklemekteyiz. Bireysel sorumlulukları üstlenmek yerine, grubun düzen sağlayıcı makamlarından müdahale etmelerini bekledikçe bireysel sorumluluklarımızı üstlenmeme eğilimimiz de artıyor. Yetkililer sokağa çıkma yasağı ilan ederse çıkmayız ama etmedikleri taktirde evde kalmayı kendimizin değerlendirerek karar verdiği bir önlem olarak düşünmeyiz. Maske takmayı, mesafeye dikkat etmeyi mecburiyet olursa yerine getiririz ama olmazsa kendimiz bununla ilgili üstlenmemiz gerekenleri sorgulayıp uygulamayı düşünemeyiz. Uygulamada sorun görürsek uyarmak, bir çatışmaya girmek yerine güvenlik güçlerinden yardım ister, onların müdahale edip durdurmalarını bekleriz. Bizi şüpheye düşürecek, ikirciklilik içinde bırakacak veya biraz suçlu hissettirecek, kendimizi çatışma ve çelişki içinde bulabileceğimiz hiç bir şeyle karşı karşıya kalmak istemeyiz.  Bu tür duygulara sebep olabilecek her türlü durum için  vicdani sorumluluğu “yetkililere” yansıtıyoruz.  Hasta sayısı artarsa önlem almadıkları için ‘onlar’ eksik yapmıştır, evde oturmaktan fazla sıkıldıysak  ‘onlar’ aşırı önlem almıştır… Ancak hem iç hem de dış dünyada yavaş yavaş karşımızda hayatımızın her alanına, düşüncelerimize bile müdahale edebilecek nitelikte çok kuvvetli ve tehlikeli bir “Yetkili ve denetleyici güç” yapısını inşa ederiz. Bireysel olarak saldırganlığımızla ilgili suçluluk hissetmeyi, şüphe ve ikirciklilik içinde kalmayı üstlenmedikçe, vicdani sorumluluğu yansıttığımız ve karşımızda bulduğumuz bu güç yapısı giderek şiddetini artırır ve korkutucu bir boyut kazanır. Melanie Klein’ın deyimiyle paranoit- şisoit düzen artık yerleşmiştir: korkunun beşiğinde  ancak totalitarizmin yetişebileceğini hepimiz biliyoruz. Olağanüstü haller yetkililere yansıttığımız sorumlulukla birlikte sıradanlaştıkça ve  normalleştikçe , kendi sorumluluklarımız azalır ancak  özgürlükler ve demokrasi de kaybolmaya yüz tutar. Normalleşme sürecinde sorumluluğu üstlenme cesareti göstermeyi deneyebilirsek özgürlüğümüzü koruyabilir, geri kazanabiliriz.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir